Cumhuriyet’e Kadın Emeğinden Bakmak*
Bu makalede, Cumhuriyet döneminde kadın emeğinin, istihdam, meslek seçimi, iş yaşamı gibi çeşitli yüzlerini sunmaya çalışacağız. Kuşkusuz böylesi bir odaklanmanın, tarihe bakış ve yorumlama anlamında belli bir yöntemi takip etmesi gerekir. Bu alana baktığımızda ise kimi sorunları tespit edebiliyoruz. Dolayısıyla ilk adımımız bu sorunlara ilişkin bir alan temizliği yapmak olacak.
Cumhuriyet: Süreklilik mi Kopuş mu?
Cumhuriyet’ebir “tarihsel an” olarak, bir yer tayin etmeye çalıştığımızda, birbirinin zıddı iki yorumla karşılaşıyoruz. Bir yoruma göre Cumhuriyet neredeyse bir tabularasa (boş levha) üzerine yazılmıştır. Cumhuriyet ile Osmanlı arasında hiçbir rabıta, ilişki ya da süreklilik yoktur. Cumhuriyetin tarihsel önemini yüceltir gibi görünen bu yorum aslında Cumhuriyet’in içine doğduğu koşulları, mücadele vermek zorunda kaldığıalanları konularıya da devraldığı ileri atılımları önemsiz hale getirir. Bu yaklaşıma “kopuşçuluk” diyebiliriz. Oysaki tarihin hiçbir dönemi salt “kopuş uğrağı” olarak görülemez. Konumuz özelinde hemen örneğini vermek gerekirse, Cumhuriyet öncesinde kadının, çalışma hayatının tümüyle dışında olduğu iddiası, bir mitten ibarettir. Olgusal olarak da yanlıştır, “kopuşçuluğu” merkeze aldığı için tarihyöntemi olarak da yanlıştır.
Diğer bir yoruma göre bu kez Cumhuriyet,kendisinden öncesinin basitçe devamından ibarettir. Cumhuriyet ile Osmanlı arasındaki ilişkide neredeyse hiçbir radikal değişim ya da kopuş yoktur. Bu yorumun çeşitli politik izdüşümleri bir tarafa,tarihin kesintisiz bir süreklilik olarak yorumlanması, tarihin hareketini ve hakikatini yakalayamaz. Özellikle kimi eleştirel feminist okumalarda bu yaklaşımın izlerini görebiliriz. Sözgelimi Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki dönüşümü “İslami ataerkilliğin yerini Batılı ataerkilliğin alması” olarak değerlendiren yaklaşımlarbahsettiğimiz tarihsel sürekliliği merkeze almaktadır.(1)
Kadın emeğinin dönüşümü perspektifinden baktığımızda, “sürekliliği” temel alan bir yaklaşımın, yalnızca hukuksal üstyapıdaki radikal unsurları değil, kapitalistleşmenin getirdiği bir dizi olguyu da ıskalayacağı açıktır.Bizim yorumumuz yukarıda kısaca örneklediğimizher iki ucun da dışındadır. Cumhuriyet ne salt süreklilik ne de salt kopuşlar olarak ele alınabilir. Cumhuriyet hem süreklilik hem de kopuştur.
Emeğin “cinsiyeti” var mıdır?
Kadın emeği ve Cumhuriyet dediğimizde, sorun yalnızca çerçevenin ya da tarihin nasıl yorumlandığı, nasıl bir yöntemle ele alındığı değildir. Aynı ölçüde temel bir sorun da emeğin cinsiyetsiz ya da erkek merkezli algılanmasıdır. Yerinde bir saptama ile ifade edelim: “Tarihçilerin çoğu, işçi sınıfını de facto işçi erkekler olarak tanımlar. …Emek tarihçisi, “emek piyasasında ve hane halkı içerisinde”kadınları işçi olarak ihmal etmiştir.” (2)
Bu yaklaşım, kadın emeği araştırmalarının neden ciddi biçimde yetersiz olduğunu da bize açıklar. Zira kadın emeği, erkek egemen yargılar içinde “görünmez kılınmıştır”. Kadınların, emek süreçlerinde kadın oldukları için yaşadığı ayrımcılıklar önemsiz görülmüştür. Kısacası emek tarihçisi için konunun esas öznesi “erkekler” olmuştur. Oysa emekçikadınlar, erkekemekçilerden sayıca daha az olsa da emek süreçlerinin önemli bir unsuru olarak, emek-sermayeçatışmasının da ötesinde tüm Dünya ülkelerinde erkeklerden daha yoğun olarak haksızlıklarla ve ayrımcılıklarlakarşılaşmıştır. Günümüz Dünyasına baktığımızda da ataerkil çatışmalar emek alanını boylu boyunca kaplamaktadır. İşçi, soyut ve cinsiyetsiz bir varlık değildir. En gelişkin kapitalist üretim ilişkilerinde dahi “emeğin cinsiyetli yüzü” sınıf çelişkisine içselleşmiş durumdadır. Emeğin cinsiyetli yüzü derken ne kastediyoruz, bunu biraz açalım.“Emeğin cinsiyetli yüzü” en basit haliyle ifade etmek gerekirse, kadınların emek sürecinde “kadın oldukları” için yaşadıkları çatışmalardır: Kadınların kadın olduğu için istihdamdan dışlanmasıdır. Kadınların erkeklerle eşdeğer iş üretmelerine rağmen daha az ücret almasıdır. Kadınlarıntaciz ve mobbinge maruz kalmaları, iş görüşmelerinde “hamile kalmama sözleşmeleri” imzalamak zorunda olmalarıdır. Kadınların doğum yapınca işten çıkarılmaları, kadın oldukları için yönetici kademelere getirilmemeleridir. Kadınların, süt izni, lohusalık izni gibi haklarına dönük gasplarla karşılaşmaları, çocuk bakımı için kreş hakkına erişememeleridir. Hiçbirini erkek işçilerin yaşamadığı bu ayrımcılık biçimlerine pek çok şey eklenebilir.
Tüm bu veriler emek tarihçiliğinin cinsiyetsiz bir perspektifle oluşturulamayacağını göstermektedir. Bu uzun yöntemselgirişten sonra Cumhuriyet tarihinde kadın emeğine bakabiliriz. Elbette öncelikle Cumhuriyet’in içine doğduğu tarihsel koşulları, kadın emeği perspektifinden süreklilik ve kopuşları değerlendirmemiz gerekir.
Osmanlı’da kadın emeği yok muydu?
- yüzyıl Osmanlı’sı İslam hukuku ve şeriatın egemen olduğu, kapitalist ilişkilerin yeni gelişmeye başladığı, ağırlıkla feodal bir toplumdu. Batı’dan esen rüzgarlar ve Fransız Devriminin yankıları toplumu dönüşüme zorluyordu. Yine de kadınların hukuksal statüsüne baktığımızda örneğin evlilik ve aileye ilişkin yasaların İslami erkek çokeşliliğine izin verdiğini görüyoruz. 1856’da yasaklanana kadar cariyelik sistemi ile birliktekadınlar için kölelik hukukunun devam ettiğini görüyoruz. Boşanma, erkek açısından kolaylaştırılmış durumdaydı ve bazı istisnalar dışında kadının boşanma hakkı ve velayet hakkı yoktu. Mülkiyet ve miras hakları bulunmakla birlikte, kadının mirastan aldığı pay erkeğinkinin yarısıydı. Kadınların hukuki durumlarında, iki kadının şahitliğinin, bir erkeğin şahitliğine denk sayılması gibi şer’i hükümler vardı.Kadınlara kamusal yaşamın kısıtlanması neredeyse kuraldı. Kadınların gideceği, gezeceği yerler devlet tarafından sınırlandırılmış, hangi araçlara binecekleri, araçların hangi bölümlerinde oturacakları, nerelerden alışveriş yapacakları, hangi camilerde ibadet edecekleri en ince ayrıntısına kadar fermanlarla düzenlenerek belirlenmişti. Kentlerde kadınlar üzerindeki giyim-kuşamdenetimleri ve yasaklarıoldukçakatıydı.(3)
Kadınların ve kızçocuklarınıneğitimiiseyetersiz olsadaOsmanlı’dabaşlamıştı.1858’de Kız Rüştiyeleri (ortaokul) açıldı. 1869’da kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayımlandı. 1876’de Kanun-i Esasi (ilk anayasa) kabul edilerek temel haklar düzenlendi. Kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1914’te İnas Darülfünunu adı altında kızlar için bir yükseköğretim kurumu açıldı. İnasDarüfünunu, üniversite adını taşıyorsa da verilen eğitim, o dönemde lise düzeyindeydi. Eğitimle ilgili kimi reformlar, ileride Cumhuriyet’in de üzerine basacağı zemini oluşturması bakımından önemlidir. Örneğin karma eğitime geçilmeden önce kız ve erkek öğrencilerin aynı müderristen eğitim almasını mümkün kılan reformlar 1919’da hayata geçirilmişti. Ayrım yine vardı ama sabahları erkek öğrenciler, öğleden sonra kız öğrenciler aynı mekanda, aynı öğretmenden ders izleyebiliyorlardı. (4)Yine de kız çocukları için eğitim hakkı, oldukça sınırlı ve ayrıcalıklı bir zümre için mümkündü.
Çizdiğimiz bu çerçeveden hareketle Osmanlı’da kadının toplumsal yaşamda yer almadığı ya da emek sürecine hiç katılmadığısonucu çıkarılmamalıdır. Aksine Osmanlı’da kadın emeğinin olmadığını söylemek tam olarak mittir. “Kadın emeği, 19. yüzyıl Osmanlı imalatçılığının ayrılmaz bir parçasıydı. Olağanüstü veya alışılmadık bir durum değil, tersine merkezî bir yer tutan, her zaman rastlanan ve günlük bir olguydu.” (5)
Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının geleneksel faaliyet alanları tarım kesimi ve evde çalışma iken, 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın, önce atölyelerde, sonra da fabrika niteliğindeki kuruluşlarda ücretli çalışma yaşamının içine çekilmiştir. Bu dönüşümde, savaşlar nedeniyle azalan erkek işgücünün ikame edilmesi zorunluluğu belirleyici olmuştur. Ev içinde geleneksel olarak halı ve dokumacılık alanında çalışan kadının ev dışına açılması da aynı faaliyetlerde gerçekleşmiş, bunu tedricen diğer faaliyet alanları izlemiştir.” (6)
Kadın emeği denilecekse en başta, köylerde ve kırsalda yaşayan kadınlar, sanayisi olmayan tarıma dayalı Osmanlı ekonomisinde önemli rol oynamıştır. Bu kadınlar hem tarlalarda çalışmış hem de hayvancılık yapmışlardır. Nitekim uzun bir dönem Çukurova’da pamuk işçilerinin, Ege’de zeytin işçilerinin ve Karadeniz’de fındık işçilerinin çoğunluğunu kadınlar oluşturmuştur.
Fabrika işçiliğine bakıldığında Osmanlı’da oldukça erken dönemlerde bile kadın emeği kayıtlarına rastlamak mümkündür. Örneğin 1839’da bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Plevne’de fabrikada çalışan bir grup kadın işçi, kendi görevlerini yapacak ve işsiz kalmalarına sebep olacak olan makinelerin fabrikada kullanılmasına karşı isyan etmişlerdir. Benzeri başka bir kayda yüzyıl dönümünde rastlıyoruz. Osmanlı’da “makina kırıcılığı” eylemlerinin en şiddetlisi önemli bir halı imalat merkezi olan Uşak’ta 13 Mart 1908 yılında yaşanmıştır.
Sanayide kadın emeğinin payı giderek artmaktadır. Örneğin “farklı veriler olmakla birlikte 1908 yılı itibariyle çalışan toplam sanayi işçisi sayısının250 bin civarında olduğu tahmin edilmekte ve bunların 75 bininin kadın olduğu ifade edilmektedir.”Demek ki sanayide kadın emeği oranı, yüzde 30’dan fazladır. (7)
“1915 yılında gerçekleştirilen ve ülkenin sanayi açısından en gelişmiş yörelerindeki önemli sanayi kuruluşlarını kapsamına alan 1913-1915 Sanayi Sayımı’nın sonuçları, kadın işçiler konusunda ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Buna göre, ülkenin en önemli sanayi kuruluşlarında çalışanların yaklaşık üçte biri kadındır. Bu oran, beklenenin üzerinde olmakla birlikte, yine de Batı Avrupa ülkeleri deneyimlerine göre daha düşüktür.Kadınların sanayi dallarına dağılımı da dengeli değildir ve aslında kadının geleneksel faaliyet alanları olan dokuma ve gıdada yoğunlaştıkları görülmektedir. Çalışan kadınların yaklaşık %95’i bu faaliyet alanlarındadır.” (8)
Kadın emeğine ilişkin verilerin niteliğinebakıldığında ise karşımıza etnik ve kültürel olarak eşitsiz bir tablo çıkar. Örneğin toplam kadın işçiler içinde Müslüman kadınların oranı çok düşüktür.
“1872 yılında Bursa’daki 75 ipek işleme fabrikasında %84’ü yetişkin kadın, %12’si kız çocuğu ve %4’ü erkek olan toplam 5415 işçinin %95’i Ermeni ve Rum’du. Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Hristiyan Arap, Ermeni ve Rum kadınlar fabrikalarda çalışmakta oldukları halde; Müslümanlar sadece erkeklerini fabrikalara gönderdiler. Savaşla birlikte bu durum değişti ve Türk kadınlar fabrikalarda çalışmaya başladılar.” (9)
Ücretli kadın emeğinin büyümesinin nedenlerinden biri de savaşlardır. Savaşlarda eksilen erkek işgücünün yerini kadınlar doldurmaktadır. Hatta kimi sektörlerde ilk kez kadınların ortaya çıkışı da bu koşulların ürünüdür. Savaşla birlikte fabrikalardan atölyelere, yol yapımından sokak temizliğine kadar birçok iş sahasında kadın işçi çalıştırılmaya başlanmıştır. Örneğin Beyoğlu’nda, Sirkeci’de, Divanyolu’nda erkekler, kadın berberlere tıraş olmaya başlamışlardı. (10) Yine aynı koşullar içinde 1913’te kadınların devlet memuru olabilmeleri yasal olarak mümkün hale gelmiştir.
Osmanlı’da kadın emeğinden bahsederken onun cinsiyetli ve eşitsiz doğuşunu da ifade etmek gerekir. Örneğin kadın erkek arasındaki ücret farklılıklarına bakıldığında, 1895 yılında Selânik’teki büyük bölümü kadınlardan oluşan, 800 işçi çalıştıran iki fabrikada, kız çocukların işe başlama ücretleri, erkek çocuklarınkinden %50 oranında daha düşüktür. Balkanlar’da 1908’de üretime geçen ve işçilerinin yarıdan fazlası genç kadınlardan oluşan bir fabrikada da erkekler 5-9 kuruş ücret alırlarken, kadınlar 3-7 kuruş ücret alıyorlardı.Bu eşitsizliğin kural haline geldiği emek tarihçileri açısından tespit edilmektedir: “Kadın ve erkek aynı ve denk işte çalıştıkları halde, her zaman ve her yerde, kadınlara ödenen ücretler, erkeklere ödenen ücretlerin küçük bir parçası kadardır.” (11)
Çeşitli eşitsizlikler içinde de olsa modern anlamda kadın emeğinin doğuşu belli bir politik çerçeve ile de ilişkilidir.Bu bağlamda özellikle II.Meşrutiyet Dönemi ile birlikte kadının toplumsal konumundaki ilerlemeleri göz ardı etmek mümkün değildir.Nitekim kadınlar, eğitim ve çalışma hakkının elde edilmesini ve aile hukuku alanındaki sınırlamaları (boşanma hakkı, çok eşlilik, mirasvb.) mücadele konusu haline getirmeye başlamışlardır. Kadınlar kendilerine dayatılan toplumsal rolleri sorgulamaya, gelenekçi tutumları eleştirmeye ve erkeklerin sahip olduğu sosyal hakları talep etmeye başlamışlardır. Bu dönemde kadınlar çok sayıda dernek kurmuş ve yayınlar çıkartmışlardır. Nitekim Kadın, Mehasın, Kadın Bahçesi, Hanımlara Mahsus Gazete, Kadınlar Dünyası, Kadın Hayatı, Kadınlar Duygusu, Kadın Kalbigibi pek çok yayın örnek olarak sıralanabilir.Özellikle Kadınlar Dünyası dergisi ve “Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti” en etkili unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Verilere görekadın dergilerinin sayısı Cumhuriyet’e kadar 40’a ulaşmıştır.
Cumhuriyet için kadının yurttaşlık hukuku ne anlama gelir? Cumhuriyet kadınlar için kazanım mıdır?
Devrimin koşulları ele alınmadan bu soruya yanıt verilemez. Cumhuriyet kurulurken ülke son on yılda nüfusunun %30’unu kaybetmiştir.Savaştan çıkılmış olmasına bağlı olarak ülkedeerkek nüfus kadın nüfusundan daha azdır. Nüfusun %70-75 kadarı tarım kesiminde istihdam edilmektedir.Yıllar süren savaştan çıkmış, yoksul düşürülmüş, yağmalanmış bir ülkede “nitelikli emek ihtiyacı” başta olmak üzere oldukça ivedi sorunlar vardır. Kadınlara hayatın her alanında; eğitimden sağlığa, sanayiden tarıma acilen ihtiyaç duyulmaktadır.Atatürk’ün 1923 yılının Ocak ayında İzmir’de yaptığı bir konuşma bu durumu oldukça iyi özetlemektedir:
“Dünyadaki her şeyin kadınlar tarafından yapıldığına inanılmalıdır.Eğer bir toplum, kurucularından sadece birinin ihtiyaçlarının karşılanmasından memnun olursa, bu toplum yarıdan daha zayıf olacaktır (…) Eğer bir ulus ilerlemek ve medeniyet kurmak istiyorsa, kadınlarımız da bilgili olacak ve erkeklerin geçtiği tüm öğrenim derecelerini geçecek. Daha sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle birlikte yürüyecek ve birbirlerini destekleyecekler.”(12)
Bu anlamda radikal adımlar atmak gerekmiştir. Cumhuriyet’i tarihsel olarak ileriye iten bu koşullardır.
Hukuksal boyutlarıyla baktığımızda Devrim, tebaalıktan yurttaşlığa geçişi ifade eder. Bu bağlamda Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlanmıştır. Bu reformlar içinde en önemlisi 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu’dur. Kanun ile erkeğin çokeşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı.
Bununla birlikte, aynı yasa, cinsiyetçi hakim eğilimi de yansıtmaktadır.Bu hükümlerden bazıları şunlardır: “Erkek evlilik birliğinin reisidir.””Evi seçme hakkı ve sorumluluğu kocaya aittir.””Kadının çalışmak istemesi durumunda oluru kocasının iznine tabidir.”“Evlenme ile birlikte kadın, reis olan kocasının soyadını taşımak zorundadır.””Hanenin idare ve yönetiminden koca sorumludur.”(13)
Çeşitli eşitsizlikler içerse de tüm bu yurttaşlık hukuku siyasal haklarla da temellenmiştir.Seçme ve seçilme hakkı aşamalı olarak kazanılmıştır. 1930’da Belediye Yasası çıkarılmış, yasa ile kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Üç yıl sonra kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verilmiştir. Nihayet 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Tüm bu kazanımlar hem Avrupa’da geçen yüzyıldan beri süren kadınlar için oy hakkı hareketinin (süfrajetler)hem de Osmanlı’da giderek varlığı belirgin biçimde hissedilen kadın hareketinin etkilerini, izlerini taşır. Cumhuriyeti kadınlar için büyük bir tarihsel kazanım yapan da bu çerçevedir.
Yine de hâkim ideolojik kültürel atmosferin son derece ataerkil, geleneksel ve tutucu olduğunu unutmamak gerekir. Tam da bu noktada 1930’lu yılların ataerkil kültürel-ideolojik dünyasını yansıtması bakımından,dönemin eğitim reformunun kurucularından İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun “Evli Kadının On İki Meziyeti” başlıklı makalesine bakabiliriz. Kadınlara biçilen rol bellidir: “Açlığa dayanmak; tuvalet; bilgisini satmamak; turşu, reçel, salata yapmasını bilmek; para gözlü olmamak; zevkiyle moda dışına çıkmak; sevimlilik, tasarruf; sebepsizce kıskanmamak; neşeli olmak; erkeğin kaprislerini anlamak, çocuk nedir bilmek.” (14)
Kadınlara ilişkin bu geleneksel erkek egemen düşünceler oldukça köklüdür. Dönemin önemli feminist gazetecilerinden Sabiha Sertel çeşitli yazılarında bu konuya değinmiştir. Daha 1919’da kaleme aldığı “Kadınlara Çalışma Hakkı” başlıklı yazısında kadını ev içi rollerle tanımlayan ve kadının çalışma hakkını “feminizm” diyerek küçük gören yaklaşımları hedef almıştır. Sertel’den dinleyelim:
“Feminizm hareketleri cihanın her tarafında seri adımlarla yürürken ve bugün burada da bu ihtiyacı duyan büyük bir kadınlık ekseriyeti ve kuvveti varken mantıksız ve modası geçmiş nazariye ve faraziyelere dayanarak yapılacak muhalefet, şiddetli yağmurların sürükleyip götürdüğü taşkın nehirlere kargıdan yapılan setlerin muhalefeti kadar çürük ve kuvvetsizdir. Bugün artık bu memleketteki boşlukları doldurmak için doktor, avukat, çiftçi, sanatkâr, daktilograf, fotoğrafçı, tüccar; her sanat ve fen şubesinde ihtisas kazanmış kadınlara ihtiyaç var.” (15)
Cumhuriyet Türkiye’sinde kadın emeği için ayırıcı çizgilerden bahsedilebilir mi?
Kadın emeğini odağa alırsak Cumhuriyet devriminin en önemli yanlarından birisi eğitimdeki büyük atılımdır. Kronolojik olarak baktığımızda, 1921’de Darülfünunda karma öğretime geçildi. 1922’de yedi kız öğrenci tıp fakültesine kayıt yaptırarak eğitime başladı. 3 Mart 1924 ‘te Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı. Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Kız ve erkek çocukları eşit haklarla eğitim görmeye başladı.1933’te kız çocuklarına mesleki eğitimverilmesi amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu.
İşte bahsettiğimiz tarihsel dönüşümün en ilginç yanlarından biri, daha en başta bir zorunluluk olarak beliren “eğitimli, kamusal yaşama katılabilen kadın emeği ihtiyacının” yıllar içinde sıra dışı bir ayırıcı çizgiye dönüşmesidir. Eğitimli kadının Cumhuriyet için ayırıcı çizgi olduğunu iyi gösteren verilerden biri “kadın öğretmenlerdir”. Cumhuriyet’in ilk 7 yılı içinde kadın öğretmen sayısı %335 artarken, erkek öğretmen sayısı %29 artmıştır. Kadın öğretim elemanları oranı 1930’da sıfır iken 1940’da %13’e ulaşmıştır.(16)
Kadın memur oranlarına baktığımızda, 1938-1978 yıllarını kapsayan yaklaşık 40 yıllık dönemde kamu görevlisi kadın sayısı 22 kat artmıştır. Erkekler iseyalnızca 6 kat artmıştır. Bu bakımdan1970’lere gelindiğinde Türkiye’de kadınlar, batıdaki birçok gelişmiş kapitalist ülkeden “uzman mesleklerde çalışma olanağı” açısından çok daha üst noktalardadır. (17)
Başlangıçtan bu yana alınan yol muazzamdır. 1924 yılında okullarda istihdam edilen toplam öğretmen sayısı 720 kişidir. İstihdamedilen 720 öğretmenin 609 kişisi erkek, 111 kişisi kadın öğretmendir.1939 yılında istihdam edilen öğretmen sayısı 3402 kişiye yükselmiştir.İstihdam edilen 3402 öğretmenin 2215’i erkek, 1187’i kadın öğretmendir.(18)
Kız çocuklarına ve kadınlara eğitim hakkının sağlanması kamusal yaşamı da dönüştürmüştür. Özellikle büyük kentlerde geleneksel haremselamlık sosyalleşme, tedrici biçimde değişmeye başlamıştır. Cumhuriyet, kadınların giyimiyle ilgili olarakmemurluk hallerinde “tesettürün kaldırılması” dışında bir uygulama getirmemiştir. 1925 tarihli Kıyafet Kanunu peçeye dokunmamıştır.
Eğitimdeki niteliksel sıçrama kadınlar için pek çok yeni mesleği gündeme getirmiştir. Bunlardan bazı örnekler verelim: İlk kadın arkeolog Jale İnan (1943), ilk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu (1925),ilk kadın belediye başkanı Sadiye Hanım (1930), ilk kadın ceza ve ağırceza hakimiMuazzez Halet Işıkpınar (1931),ilk kadın foto muhabiri EleniKüreman (1947),ilk kadın inşaat mühendisi Sabiha Güreyman (1933),ilk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy (1934),ilk kadın pilot Bedriye Tahir Gökmen (1933),ilk kadın tiyatro oyuncusu Afife Jale (1919), ilk kadın veteriner hekimler MerverAnsel (1935), Sabire Aydemir (1937).
İş yasalarında “kadının adı” var mı?
Kadın istihdamı ile ilgili genç Cumhuriyetin ilk adımı 1923 İktisat Kongresi’ndeatılmıştır.Türkiye İktisat Kongresi ile kadınlara genel olarak pozitif ayrımcılıklar sunulmuştur. Bunlar, kadınların madencilik sektöründe çalışmasını yasaklamak, her ay “üç gün” izin,doğumdan önce ve sonra “sekiz haftalık ücretli” izindir.(19)
Kadın işçilerin niceliğine ilişkin ilk önemli bilgi kaynağı ise 1927 Sanayi Sayımı sonuçlarıdır.Bu sayım sonuçlarına göre, cinsiyet itibariyle değerlendirildiğinde, her dört işçiden biri “kadın-kız”dır. Aynı kuruluşlarda çalışan 7817 memurdan ise 1609’u kadındır. (20)
1930’da kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapıldı. Aynı yıl doğum izni düzenlendi.
” 24 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen 1593 sayılı Halk Sağlığı Kanunu’nun 155. ve 177. maddeleri ile kadın işçilerin korunmasına ilişkin ilk yasal düzenleme uygulanmıştır.Bu yönetmeliklerde konumuza katkıda bulunacak madde ve hususlar şunlardır: Bir hekim tarafından kendisine ve çocuğunun sağlığına zarar vermeyeceğionaylanmadığı sürece, doğumundan sonraki üç hafta içinde fabrikalarda, atölyelerde, kamu ve özel kurumlarda çalışmaktan mutluluk duyar. Sağlığına zarar veren ağır hizmetlerde çalışmasına izin verilmez.” (21)
1936’da kabul edilen ve 1937’nin başında uygulanan 3008 sayılı İş Kanunu’nda kadınların istihdam edilmesi yasak olan işlerle ve doğum durumu ile ilgili herhangi bir koruyucu hüküm bulunmamaktadır ve ücret eşitliği konusunda henüz bir koruyucu düzenleme de getirilmemiştir. 1945 yılında yürürlüğe giren İş Kazaları ve Analık Sigortası Kanunu ile analık durumunda kadın işçilere sosyal güvence getirilmiştir. 1593 sayılı Kanun’un 155. ve 177. maddelerinde, “hamile kadınlarındoğumdan üç ay önce ve doğumdan üç ay sonra çocuğuna zarar veren işlerde çalıştırılmaması ve doğumdan üç ay sonra çalışmaya başladığı ilk altı ay için günde iki saat emzirme izni getirmiştir.” (22)
Savaşın etkisini de içeren bir başka veri de 1937 yılından 1943 yılına kadar kadın istihdamının yaklaşık %12 oranındaartışıdır.(23)
İstihdamın kentsel ve sektörel dağılımına bakarsak, “1943 yılı itibariyle kadın işçilerin %69.9’unun sadece iki kentte, İstanbul ve İzmir’de çalıştıkları görülmektedir. Bu, büyük ölçüde aynı tarih itibariyle İş Kanunu kapsamına giren işçilerin büyük bölümünün (%40.6) bu iki kentte yoğunlaşmış olması olgusuyla örtüşmektedir. Bunun yanı sıra, kadınların mesleki dağılımları da konuya ışık tutacak ipuçları içermektedir. 1943 yılı itibariyle kadın işçilerin 13.483’ü tekstil, 36.390’ı gıda-içki ve tütün sanayilerinde istihdam edilmekte ve bu iki işkolundaki kadınlarıntoplam kadın işçilere oranı %87.6’yı bulmaktadır. 1950’li yıllarda yapılan çalışmalar, geleneksel olarak kadınların yoğun olarak çalıştığı tütün ve tekstil alanlarında işletme ölçeklerinin büyük olduğunu, 1957 yılında kadın işçilerin %88’inin 100’den fazla işçi çalıştıran kuruluşlarda çalıştığını ortaya koymuştu.”(24)
Kadının istihdamı önündeki en büyük engellerden biri de kreş yetersizliğidir. Bu sorun “Çalışma Bakanlığı’nın Çalışma Bakanlığı İlk Yılı ve İlk Hedefleri (Beş yıllık iş programının esasları) başlıklı 1946 tarihli yayınında tespit edilmiştir: ‘Kadınlarımızı bir yandan çalışma hayatımıza bağlamak ve öte yandan da Ana olmaya teşvik etmek,ancak açılacak kreşlerle mümkündür.’” (25)
Yine Gebe ve Emzikli Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Kreşler Hakkında Nizamname ise1953 gibi oldukça geç bir tarihte çıkarılabilmiştir.1960 yılı itibariyle tüm ülkede sadece 33 emzirme odası ile 32 kreşin kayıtlı olduğu, bu tesislerdeki çocuk sayısının ise sadece 2898 olduğu görülmektedir.
%75’i kadın olan Tekel Cibali Tütün Fabrikası, bu olanakları sağlayan kuruluşların en iyilerinden biri olarak belirginleşmektedir. TBMM Çalışma Komisyonu üyelerinin 1947 yılına ait raporları, şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Çocuk yuvası pek mükemmel. Bir çocuk mütehassısı tarafından idare edilmekte olan yuvaya ait her şey çok iyi ve ziyaret edilmeğe değer mahiyette.” (26)
Sonuç: Cumhuriyet’e bugünün “kadın emeği” tablosundan bakmak mümkün mü?
Bu makalede tarihsel olarak süreklilik ve kopuş bağlantıları ile Cumhuriyet’in kuruluşundan 1960’lara kadarki dönemde kadın emeğinindurumunudeğerlendirmeye çalıştık. Tarihsel bakışın bir boyutu da bugünden geçmişe bakmaktır. Bu anlamda Cumhuriyet’i geçmiş ve gelecek perspektifine oturtmak mümkündür. Dolayısıyla bugünün Türkiye’sinde kadın emeğinin durumunu da değerlendirebilirsek bütünlüklü bir sonuca ulaşabiliriz.
Emek politikalarını değerlendirirken sermaye birikim biçimi stratejilerine uygun devlet politikalarını temel alıyoruz. Kuşkusuz iktisadi süreçlere devlet müdahalesinin nasıl ve ne yönde olacağı, hangi yatırımların öne çıkacağı, tüm bunların dünya kapitalizmi ile nasıl eklemleneceği pek çok dinamik tarafındanbelirlenmektedir. Bu bağlamda örneğin Cumhuriyetin kuruluşundan 1930’a kadar liberal rekabetçi bir model izlenmişken, 1930’larda dünyadaki yeni süreçlerle de bağlantılı olarak devletçi bir model izlenmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca değişen sermaye birikim biçimi modelleri yeni emek politikalarını gündeme getirmiştir.
Bugünün Türkiye’si 1980’lerden beri neoliberal emek politikaları tarafından belirlenmektedir. Yaygın özelleştirmeler, devletin kamusal yükümlülüklerinin azaltılması ve kapitalistleştirilmesi, dünya kapitalizmiyle rekabette içerideki “düşük ücret” politikalarının bir avantaj olarak kullanılmasınıntemel bir tercih olarak benimsenmesi uyum programlarıyla bağlantılı olarak tarımın tasfiyesi ve açığa çıkan kitlesel işçileşme, eğitimli işgücünün artışı gibi çeşitli nitelikleri bu dönemin özellikleri olarak sıralanabilir.
AKP iktidarının belirleyici olduğu kabaca son 20 yıla baktığımızda ise Cumhuriyet tarihinin en hızlı kapitalistleşme dönemi ile karşılaşıyoruz. Türkiye’de ücret karşılığı çalışanların istihdam içindeki payı 2000 yılında %48 iken 2017 yılında %67’ye yükselmiştir. (27) Dahası bu yüksek işçileşme hızına yükseköğretimin yaygınlaşması yani nitelikli emeğin artışı da eşlik etmiştir. 2020 yılında, 25 ve daha yukarı yaşlardaki en az üniversite mezunu olanların oranı kadınlarda %19,9, erkeklerde ise %24,4 olmuştur. (28)
Peki bu yüksek işçileşme ve nitelikli emek oranındakiartış kadınlara ne ölçüde yansımıştır? Kadın emeği nasıl bir seyir izlemiştir?Bu noktada kadın istihdamı verileri yeterince aydınlatıcıdır. Örneğin “Türkiye’de kadınların istihdama katılım oranının 1988 yılında yüzde 30,6, tam 30 yıl sonra yani 2018 yılında ise yüzde 29,4 olduğunu görüyoruz”(29).2020’de kadın istihdamı oranı 30.9’dur. İstihdam sayıları değişmemektedir. Değişen şey, otuz yıl önce ağırlıkla kırda olan kadın istihdamının artık kentlerde olmasıdır. Cumhuriyet’in 100. yılına doğru yol alırken bugün, her 10 kadından 7’si kayıtlı istihdamın dışındadır.
Kadın istihdamını destekleyecek mekanizmalar kurulmamakta, olanlar da yok edilmektedir. Bunlardan en önemlisi kreş sorunudur.Ülkemizde 0-3 yaş arası çocuklara hizmet eden, halka açık, ücretsiz bir kurum bulunmamaktadır. Dahası kanunlara göre böyle bir kamusal hizmet zorunluluğu da yoktur. Yani doğum izni bittikten sonra yaklaşık 2.5 yıl çocuğun bakımı tümüyle anneye ya da ailedeki diğer kadınlara kalmaktadır. Son verilere göre 13.3 milyon kadının çocuk bakımı gerekçesi ile iş bile arayamadığı düşünülürse bunun ne kadar dev cüsseli bir toplumsal sorun olduğu daha iyi anlaşılabilir. Çocuk bakmak zorunda olduğu için tek bir erkek bile iş aramaktan geri kalmazken, milyonlarca kadın çaresiz biçimde eve kapanmış durumdadır.
Çalışma yaşamında başka türbir eşitsizlik de vardır. Yasalara göre kamuda ve özelde 150’den fazla kadın çalışanı olan işyerlerinin kreş açma zorunluluğu bulunmaktadır. Çocuğu için bakım hizmeti talep etmek yalnızca kadın ebeveynlerin sorunu mudur? Anlaşılan yasakoyucular öyle görmektedir. Dahası işletmeler (veya işverenler)bu yasaların uygulanmaması içinkadın işçi sayısını 150’nin altında tutmak veya kreş açmamak için daha az maliyetli olan para cezalarını ödemek gibi türlü çabalar sergilemektedir.
Anlaşılan o ki kadınlar, belli politik tercihler doğrultusunda bilinçli ve planlı biçimde istihdamdan dışlanmaktadır.
Nitekim eğitimin ve nitelikli emeğin artışı;durumu pek değiştirmemiştir. Günümüzde kadınlarda üniversite mezunu oranı %19.9’a ulaşsa da eğitimli genç kadın işsizliği oldukça yüksektir. Eğitimli işsizlerin %65’ini genç kadınlar oluşturmaktadır. Genç kadınların istihdama katılımı, genç erkeklerin yarısı kadardır. Günümüzde yeni mezun kadın avukata asgari ücretin altında ücret teklif edilebilmektedir. Sosyoloji mezunu kadın süper markette kasiyerlik yapabilmekte ya da makine mühendisi genç kadın çağrı merkezinde çalışabilmektedir.
Kadınlar emek süreçlerinde düşük ücret, güvencesiz çalışma, mobbing ve taciz gibi pek çok baskıyla karşılaşmaktadır. 2021 yılı verilerine göre asgari ücrete erişemeyenlerin oranı genelde yüzde 18 iken kadınlarda bu oran yüzde 25’i aşıyor. Asgari ücret düzeyinde ve daha düşük ücret alanların oranı genelde yüzde 34 iken, kadınlarda yüzde 43’e yükseliyor. Asgari ücret civarında bir ücret ile çalışan kadınların oranı yüzde 60!(30)
Tüm bu çerçeveye baktığımızda kadın emeğinin özellikle son 40 yıldahiç olmadığı kadar değersiz hale getirildiğinisöyleyebiliriz. Cumhuriyet’e bir de bugünden bakmak bu nedenle oldukça önemlidir.
KAYNAKÇA
1-Berktay Fatmagül (1998),“Cumhuriyet’in 75 Yıllık Serüvenine Kadınlar Açısından Bakmak”75 Yılda Kadınlar Ve Erkekler, Türkiye İş Bankası Yayınları (İstanbul)içinde, (1-13) s.4
2-MakalAhmet (2010), “Türkiye’de Erken Cumhuriyet Döneminde Kadın Emeği”, Çalışma ve Toplum, sayı 2, (13-40) s.25
3- Durakbaşa Ayşe (1998), “Cumhuriyet Döneminde Modern Kadın ve Erkek Kimliklerinin Oluşumu: Kemalist Kadın Kimliği ve ‘Münevver Erkekler’”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, Türkiye İş Bankası Yayınları içinde, (29-51) s.42
4-ToprakZafer(2015),Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm(1908-1935), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.216
5-Makal Ahmet (2010), “Türkiye’de Erken Cumhuriyet Döneminde Kadın Emeği”, Çalışma ve Toplum,sayı 2, (13-40), s.25
6-Makal 2010, s.25
7- SırımVeli, KapçakServet, DoğanDemet (2021)“Geçmişten Günümüze Türk Kadın Emeğinin Değişim ve Gelişim Süreci”, Uluslararası Türk Kültür Coğrafyasında Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 06, Sayı 01,(12-35), s.12
8-Makal 2010, (13-20)
9- Makal 2010, (13-20)
10-Toprak 2015, s.5
11-Makal 2010, (13-20)
12- CevriEvren (2020),Cumhuriyet Döneminde Kadının Çalışma Hayatındaki Konumu, Yüksek Lisans Tezi, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/ET002320.pdf
13-http://bianet.org/kadin/medya/51190-medeni-kanuna-gore-evliligin-genel- hükümleri- 21Nisan 2020
14- Berktay (1998), (1-13), s.3
15-SertelSabiha (2019), Kadınlığa Dair, Sel Yayınları (İstanbul), s.126
16-Ender AslanOnur (2006),“Cumhuriyet ve Kadın Memurlar”, Amme İdaresi Dergisi, (117-149), s.132,
17-Durakbaşa Ayşe (1998), (29-51),s.30
18- AltuntepeNihat (2021), “Atatürk Dönemi’nde Emek Piyasasında Kadın İstihdamındaki Gelişmelerin Yeri ve Önemi”,https://www.researchgate.net/publication/350302521
19-Cevri Evren (2020) Cumhuriyet Döneminde Kadının Çalışma Hayatındaki Konumu, Yüksek Lisans Tezi, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/ET002320.pdf
20-Makal, 2010, (13-20)
21- Cevri, 2020
22- Cevri,2020
23- Makal, 2010, (13-20)
24-Makal, 2010, (13-20)
25-Makal, 2010, (13-20)
26-Makal, 2010, (13-20)
27-https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Istatistikleri-2017.
28-https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Kadin-2021.
29-Mert, A.E. ve Sefer, B. K. (2019),“Yakın tarihsel süreçten günümüze Türkiye’de kadın istihdamının dönüşümü”, KOÇ-KAM, https://kockam.ku.edu.tr/yakin-tarihsel-surecten-gunumuze-turkiyede-kadin-istihdaminin-donusumu/.
30-DİSK-AR, 2 Aralık 2021 raporu, https://arastirma.disk.org.tr/?p=7995
*Bu makale Cumhuriyet ve Kadın Hakları isimli kitapta yayınlanmıştır.
Cumhuriyet ve Kadın Hakları, Hazırlayan: Nergis Mütevellioğlu, Cumhuriyet Kitapları , İstanbul, Eylül, 2023