Cinsel Eğretilemelerden Marazi Duygulara Felsefenin Cinsiyet Parantezi

Genevieve Lloyd’un, Batı Felsefesinde Erkek ve Kadın: Erkek Akıl kitabını okuduğumda, felsefede cinsiyet bahsinin tam da başlıktaki gibi olduğunu düşündüm.(1) Aslında konu sadece cinsiyete geldiğinde değil, başka türden global meselelerde de “cinsellik ve duygu yüklü” metaforlar, eğretilemeler, çağrışım yahut alegoriler karşımıza çıkmaktadır.

Buradan bakınca  felsefe en başından beri erotizmin ciddi sularına dalmış gibi görünür. Hatta eril ve dişil zıtlığının kurgulandığı kadim anlatılardan bile kimi izleri sürmek mümkündür. Örneğin Aristoteles’in aktardığına göre Pythagoras’ın (Pisagor-İÖ 6.yy.) zıtlar tablosunda on kategoriden biri cinsiyettir.

Bu zıtlıklar, sınırlı/sınırsız, tek/çift, bir/çok, sağ/sol, eril/dişil, durağan/hareketli, düz/eğri, aydınlık/karanlık, iyi/kötü ve kare/dikdörtgendir. Sonraki yüzyıllarda bu karşıtlıklar tekrar ve tekrar çoğaltılmış, yorumlanmıştır. Sonuçta dişi, doğadır, bedendir, kan bağıdır; kaotik ve kösnüldür. Dişi, Platon’un mağarası gibi  karanlıktır; tekinsiz, ıslak, hareketli, kaygan, yutucu bir vajinadır o.

Pythagoras’dan 2500 yıl sonra Luce Irigaray gibi yapıbozumcular bu “dişil melaneti” tersine çevirmeye çalışsa da -Irigaray, kadınların iki çift dudağının, arzuları ve konuşmalarını sembolize ettiğini ileri sürer: vajinadaki dudaklar ve ağızdaki dudaklar- felsefenin içine yerleştirildiği “cinsel yörünge” değişmemektedir.

Lloyd’un Erkek Akıl kitabı tam da bu meselelere odaklanmıştır. Hatta Lloyd felsefe tarihinin ikiliklerini cinsel çağrışımların ötesinde bir yöntem olarak okumayı önerir. Buna göre Platon’dan Sartre’a kadar tüm filozoflar aynı düalist “erkek aklın” yöntemsel varsayımlarını yeniden ve yeniden üretmişlerdir. Örneğin Antik Yunan’ın tragedyalarında yakaladığımız kimi motifler bile felsefenin ikiliklerine hayat vermiştir. Lloyd’dan dinleyelim:

“Erkeklik, etkin, belirlenmiş formla, kadınlık da edilgen, belirlenmemiş maddeyle aynı safta yer alır. Bu eşleştirme için gereken uygun ortam, Yunanlılar’ın insanın üremesine ilişkin geleneksel anlayışınca hazırlanır(…) Aiskhylos’un Eumenides’inde, Apollon(…) ana-hakkına karşı baba-hakkını onaylarken bu karşıtlığı kullanır:

Çocuğu doğuran anne,

Der erkekler,

Gerçek hayat verici değil,

Yalnızca canlı tohumu besleyendir. Oysa hayat boyudur,

Tohumu ekenin sorumluluğu. Kadın bir yabancıdır.”(2)

 

Lloyd’a göre Platon’un doxa ve episteme’si, Aristoteles’in kuvve ve fiil’i, Descartes’in birbirine indirgenemez iki töz’ü (düşünen özne ve uzam), Bacon’ın iffetli bir şekilde birleştirmeye çalıştığı zihin ve doğa’sı erkek aklın temelini oluşturan ikiliklerdir.

Augustinus’un ruh ve beden ikiliğinde kadın, erkek şehvetinin nesnesi olarak, zihnin(erkek) bedene acıklı bağımlılığını temsil eder. Rousseau, kadınları, Akıl tarafından ehlileştirilmesi gereken potansiyel bir düzensizlik kaynağı olarak görür. Kant’ın olgunlaşma olarak Aydınlanma teması, zamansal olduğu kadar mekânsal metaforlarla anlatılır ve burada kamusallık erkeğin alanıdır. Hegel, kadınsı olanı açıkça kamusal-özel ayrımının özel tarafına yerleştirir. Kadın, ilkel toplumunun yurttaşlık öncesinin “alt dünyasına” aittir.

Kısacası felsefe tarihinin ikiliklerinde “eril ilke”, etkin, kalıcı, özsel, etik, rasyonel, akılcı, ruhsal ve kamusaldır. Buna karşı, edilgen, gelip geçici, duyusal, bedensel, akıl-dışı, kamusal-dışı, dürtüsel, duygusal olan dişildir.

Lloyd’un bu iddiası son derece çarpıcıdır. Zira bize analitik ya da yöntemsel kategoriler olarak görünen, cinsiyet-nötr kavramların dahi cinsiyetli olduğu iddia edilmektedir. Felsefe bize cinsiyetten bahsetmezken bile eril bir kavrayış sunabilir.

“Felsefe Tarihi, bütün o zaman-dışı hakikat özlemlerine rağmen, her dönemde felsefi etkinliğe katılmış türden insanların karakteristik kaygılarını ve kendilerini algılayış biçimlerini yansıtır. Felsefeciler, tarihin farklı dönemlerinde din adamı olmuştur, yazar olmuştur, üniversite profesörü olmuştur. Fakat bütün etkinlik tarihi boyunca hepsinde ortak olan bir şey vardır: Ezici çoğunlukla erkektirler.” (3)

 

Buradan hareketle son yazımızda ortaya attığımız bir soruyu yineleyelim: Erkeklere özgü düşünme biçimi diye bir şeyden bahsedilebilir mi?(4) Bu bağlamda Lloyd’un işaret ettiği gibi katı, hiyerarşik, ikici düşüncelerin erkeğe özgü olduğundan söz edilebilir mi?

Aslında tam olarak bundan bahsedenler vardır. Örneğin psikanalitik feminist Nancy Chodorow, kadınların evde çocuk bakarken erkeklerin işe gitmek üzere dışarı çıktığı yaygın ataerkil işbölümünün,  anneleri oğlan ve kız çocuklarına farklı davranmaya ittiğini ifade eder.

“Chodorow’a göre anneler, oğlanları annelerinden ve çocukluğun ilk yıllarının bağımlılık dünyasından, güçlü bedensel duyumlar ve duygulardan kopmaları, böylelikle uygun görülecek şekilde eril hale gelmeleri için teşvik ederler. Oğlanların ve erkeklerin kişilikleri ve düşünme biçimleri, zihin ve beden, akıl ve duygu, benlik ve ötekilerle ilişkiler arasındaki karşıtlıkların çevresinde yapılanmış olur.(…)

Chodorow’un bu iddialarını temel alan Jane Flax (1984), belli başlı felsefi teorilerin birçoğunun eril kişiliklerle aynı şekilde yapılandıklarını savunur. Bu teoriler de yine zihin ve beden, akıl ve duygu, benlik ve ilişki arasındaki hiyerarşik karşıtlıkların çevresinde örgütlenirler.” (5)

Elda Abrevaya Kadınlığın Uzun ve Dolambaçlı Yolu adlı eserinde, kız çocuklarının erkeklerden farklı olarak, hemcinsi oldukları annenin kayıplarına ve ruhsal yaralarına maruz kaldığından bahseder. (6)

Ruhsal aygıtımızın ve düşünme biçimlerimizin daha baştan peynir kalıbı gibi ikiye bölündüğü iddiası basitçe kenara atılabilir bir iddia değildir. Bu türden tezlerin felsefi temellerini Sartrecı varoluşçuluktaki tanınma dinamiklerinde (bakan-bakılan), Simone de Beauvoir’daki aşkınlığa yönelme, içkinliğe hapsolma gibi süreçlerde ya da bunlara kaynaklık eden Hegelci efendi-köle sahnesinde bulmak mümkündür.

 

Hatta “erkek akıl” fikrini biraz fazla hoşgörülü bir günümüzdeysek Marksizmle bile ilişkilendirebiliriz. “Egemen sınıfın fikirleri her çağda egemen fikirler” olmuşsa “egemen fikirler de egemen cinsin fikirleridir” diyerek göz dolduran bir çeviri yapabiliriz.

 

Yine de “erkek akıl” tezine ilişkin kimi esaslı itirazları elden geçirmemiz gerekir.

 

Öncelikle ruhun, aklın ya da tüm bunları içine alan felsefenin cinsiyetli değerlendirilmesini doğru  bulmayanlar vardır.  Bu konuların cinsiyetsiz ele alınması gerektiğini, aklın ne erkek ne dişi olduğunu düşünenler  vardır. Bu itiraza “cinsiyetsizlik itirazı” diyelim.

 

Cool bir tınısı var “cinsiyetsizlik itirazının” ama öyle mi gerçekten? Bir çağrışımdan hareketle diyebilirim ki ne sağcı ne solcu olduğunu söyleyen kişi büyük ihtimalle sağcıdır. Erkek egemenliğinin hükmünü sürdürdüğü bir dünyada ne erkek ne dişi, cinsiyetsiz olduğunu söyleyen bir tez büyük ihtimalle erkektir ya da erildir. Nitekim Lloyd da şöyle demektedir:

 

“Bu, birçok feministin de belirttiği gibi, çoğu zaman erkekliğe ayrıcalık tanımanın üstü kapalı bir biçimi olan bir ‘cinsiyetsizlik’ biçimidir. Cinsiyetsiz ruh fikri, aralarında bir gerilim var gibi görünmesine rağmen aklın erkekliği ile eşzamanlı olarak var olan bir fikirdir.” (7)

 

Yine “cinsiyetsizlik itirazının” önemli sorunlarından biri, “cinsiyeti” felsefe alemini de içine alan ideolojik kültürel evrenin egemenlik ilişkilerinden uzakta düşünmesidir. Oysaki cinsiyetli ezilme ve sömürü en az sınıfsal çelişkiler kadar eskidir.

 

“Erkek akıl” tezi, bu “cinsiyetsizlik itirazından” kolayca sıyrılabilir.

 

İkinci olarak, erkek akıl tezinin kartezyen düalizme ilişkin temel eleştirisi ve tüm felsefe tarihini ikiciliğe “indirgemesi”, hem oldukça ironiktir hem de ciddi bir kabalaştırma içermektedir. Bu kabalaştırmanın nedeni postmodernist politik iklimle yakından bağlantılıdır. Bu itirazın yerinde ve önemli olduğunu düşünüyorum.

 

İndirgeme ile “indirgemecilik” arasındaki farkın yok edilmesi, faturası ağır bir hata olmuştur. İndirgeme, karmaşık bir bütünün açıklanması ve çözümlenmesi için vazgeçilmez bir başlangıçtır. İndirgemecilik ise bu başlangıçla yetinen bir kestirmeciliktir.(8) Lloyd’un felsefede, erkek aklı düalizmle açıklama girişimi anlamlı bir başlangıç ve indirgeme iken, baktığı her şeyde bu düalizmi görmesi sevimsiz bir son ve düpedüz indirgemecliktir.

 

Burada yağmurdan kaçarken doluya tutulan bir postmodernist görüyoruz.

 

Dolayısıyla Kartezyen olmasak da Descartes’ın gerisine düşemeyiz. Nitekim Descartes’ın gerisine düşünce, biyolojik cinsiyet-toplumsal cinsiyet ayrımı bile “kartezyen kalıntı” olarak görülecektir. Sonuçta Lloyd, “Kartezyen ikicilik kalıtının bir ürünü olduğundan şüphe ettiğim -biyolojik ‘cinsiyet’ [sex] ile toplumsal olarak oluşturulan ‘cinsiyet’ [gender] arasında yapmakta olduğu ayrım(…)” derken bu tuzağa düşmüştür.(9)

 

Kartezyen ikiciliğe meydan okuduğunu düşünerek “biyoloji kültürdür” diyen Judith Butler ya da bedenlerin doğuştan biyolojik nitelikleri olduğunu ve “biyolojik cinsiyeti” açıkça reddeden Shannon Sullivan aynı motivasyon içindedir.(10)

 

İndirgeme/indirgemecilik bahsinde yapılan kestirmecilik, öz ile özcülük arasında da yapılmaktadır. Bu nedenle örneğin “Donna Haraway gibi postmodern feminist epistemolojistler aslında baskının, birbiri üstüne binen birçok biçimi ve dolayısıyla da birçok ‘kısmi perspektif’ olduğunu düşünürler. Bunların her biri, gerçekliğin bazı boyutları bakımından kavrayışlı fakat diğer boyutları bakımından çarpıtılmışlardır.”(11) Burada özcü olmamak için özün tümden reddedilmesi ya da parçalara ayrılması vardır.

 

Oysaki “özcülük” eleştirisinde oldukça yararlı yanlar bulunmaktadır. Kadınların biyolojik nedenlerle erkeklerden daha aşağıda olduğunu söyleyen tüm bir mizojiniye dönük sosyalist feministlerin öncülüğünü yaptığı “özcülük eleştirisi” oldukça önemli olmuştur. Özcülük eleştirisi, insanları biyolojik cinsiyetlerine göre erkek üstünlükçülüğüne ve ataerkiye bağlayan ideolojilere karşı etkili bir duruştur. Örneğin kadınların, kadın oldukları için bulaşık yıkamaya ya da ev temizlemeye mühendislikten daha yatkın olduğunu söyleyen biri özcü, fıtratçı bir yaklaşımı ileri sürer ve feministlerin buna cevabı bellidir. Stone’dan dinleyelim:

 

“1970’lerde ABD, Britanya ve Fransa gibi birçok ülkedeki feminist hareketler çoğunlukla liberal, sosyalist ve radikal kanatlar arasında bölünmüştü. O zamanlarda ‘özcülük’ terimini kullananlar daha çok sosyalist feministlerdi. Bu terimi kadınların toplumsal konumlarının biyolojilerinden dolayı sabitlendiğini iddia eden anti-feministlere atıfta bulunmak için kullandılar.

Yine de daha sonraki feministler açısından, 1970’lerin sosyalist feminizminin kendisi de özcüdür… Sosyalist feministlerin ortaya attığı ‘özcülük’ türü, bütün kadınların ortak bir noktasının olduğu (bu noktanın da bir erkek tarafından sömürülmek ya da baskı altına alınmak olduğu) inancıydı.” (12)

 

Bu silsilenin devamı olarak özcülük eleştirisinin bir maymuncuğa dönüştüğü gerçeği şaşırtıcı değildir. Özcülük eleştirisi artık mizojinlere ya da aterki militanlarına karşı değil de “feminizm yorumu” beğenilmeyenlere karşı yapılır olmuştur.

 

Devam etmek üzere yazıyı yine kimi sorularla bitirelim:

 

Özcülük eleştirisinden hareketlere cinsiyetin varlık alanına, cinsiyetin ontolojisine uzanmak, felsefenin olanaklarını bu tartışmalara koşmak mümkün müdür?  

 

Tüm bu tartışmalardan sonra, Kartezyen ikiciliğin aşılması, felsefeyi içine gömüldüğü cinsel ve cinsiyetli yörüngeden kurtarmak ne anlama gelmektedir?

 

İkiciliğin(Descartes) yerine çokluğun(Spinoza), nedenselliğin yerine olumsallığın yerleştirilmesine odaklı yapıbozumcu stratejiler nasıl ele alınabilir?

 

Kaynaklar:

1-Genevieve Lloyd, Batı Felsefesinde Erkek ve Kadın: Erkek Akıl, çev: Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları (1996)

2-Genevieve Lloyd, age, s.24

3-Genevieve Lloyd, age, s.136

4-Ebru Pektaş, Felsefi Bir Sorun Olarak “Erkek Akıl”, Cinsiyet, Özcülük https://ebrupektas.com/felsefi-bir-sorun-olarak-erkek-akil-cinsiyet-ozculuk/

5-Genevieve Lloyd, age, s.41

6-Elda Abrevaya, Kadınlığın Uzun ve Dolambaçlı Yolu, Bağlam Yayınları (2013), s. 13

7-Genevieve Lloyd, age, s.11

8-Metin Çulhaoğlu, Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, Sarmal yayınları(1997), s.102

9-Genevieve Lloyd, age, s.9

10- Alison Stone, Feminist Felsefeye Giriş, çev: Yonca Cingöz, Bilge Tanrısever, Otonom yayıncılık, 2019, s.121

11- Alison Stone, Age s.44

12- Alison Stone, Age s.216


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir